Ana içeriğe atla

Kurtarıcı

"Belki de kaybetmekten korktuğum için saklamaya çalışıyordum. Belki niyetim kötü değildi. O kişi bana iyi geliyordu ve belki kurtarıcım o olabilirdi. Elbette saçmaydı. Bilinçsizce gerçekleştirdiğim bir şeydi."

Söylemişim de zaten elbette saçma. Her güzelliğin içinde asıl kurtarıcının o olduğuna dair bir inanç besleyerek hayal kırıklığına uğramaya bayılıyorum. Asıl kurtarıcı dediğim neydi ki? Peter Pan'ı beklerken hiç de şakacı olmadığımı düşünürsek asıl kurtarıcı beni buradan alıp götürecek olandı. Tüm dertlerin geri planda kaldığını göreceğim bir anı bekliyordum. Tüm yalnızlığımın, çaresizliğin son bulacağı bir zaman olacaktı bu. Her şeye karşı net olacaktım. Belli bir duruşum olacaktı ve ona sahip çıkacaktım. Bu kurtarıcı ille iki gözü iki kolu olan bir insan olmak zorunda değildi. Bir iş de olabilirdi, ya da cansız bir nesne, bir hayvan hemen hemen her şey beni kurtarmaya adaydı fakat hiçbiri de beni kurtaramazdı. Gerçek olan buydu.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Baş aşağı

Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...

Özlediğim

Özlediğim etten kemikten yapılma biri değil. Özlediğim bir nezaket. Özlediğim bir “gitme”. Gerçekten hatalı olunduğunda mı çabalanır? Yoksa hata olmasa da kalp kırıldığında ona diyecek bir şey yok mudur? Kırık kalp her şeyin üstünde midir? Şey, romantizm… o hani ismi lazım değil hikayelerindekinden mi olmalı aşk? Yoksa böyle sade ve zehirli her şey aşk mıdır? Özlediğim bir güzel söz, özlediğim bir çırpınış. Özlediğim bir kapıya geliş! Terliklerimle mi? Belki. Özlediğim bir çılgınlık. Özlediğim bir delilik. Özlediğim bir af. Özlediğim bir çare arayış, özlediğim bir sahilde kayalarda konuşma. Özlediğim bir “lütfen”, özlediğim bir himaye. Bazen insan böyle şeyleri özlediğine bile utanır. Dünya kötü. Ne bekliyorduk ki? Şükretmek lazım hem, hem beklememek. Hem en iyi şekilde kurtulmayı arzulamak.

Tırtıklı Duvar

Anneannem. Dedem. Köy. Alt kat. Henüz üste bir kat çıkılmamış, tek katlı müstakil ev. 6 kuzenin bir araya toplanıp gürültülendiği zamanlar. Duvarlar. Büyük ihtimalle salonda... Duvarlara bakıyorum. Yatıyorum. Uyumak üzere, çekyatta, duvar kenarında. Duvar tırtıklı. İnceliyorum. Ve aklıma düşüyor bir anda. "Ya uyanamazsam?". Her gün başarıyorum uyanmayı halbuki, farkındayım. Ama ya bu gece son geceyse? Bu gece, o geceyse? Nasıl uyanabiliyorum bilmiyorum. Uyanıyorum işte. Bilmediğim için sabah bunu başaramayabilirim ve uyanamayabilirim. İçim çok huzursuz. Düşüncelere dala dala uyumayı başarmışım ama. Bakıyorum; günaydın, sabah olmuş. Uyanmışım. İnanamıyorum, bugün de başardım. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorum? Aklımı uzun süre meşgul etti. Nasıl uyandım? Ve tamam bıraktım. Düşünmüyordum. Uyanıyordum işte. Bu bana verilen güzel bir nimetti. Yarın da uyanacaktım belli ki. Huzursuzluğa, korkuya gerek yoktu. Yaşayacaktım. Sanıyordum. Ölümün var olduğunu biliyordum ama ben uyanıyordum. Ö...