Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Başka başka

Yetersizlik, suçlama, acı, keder... Anı tekrar tekrar yüz bin kere canlandır. Olabilecek ama artık asla olamayacak milyon güzelliği düşün. Pişman ol. Hatanı ara. İllaki bulursun. Kusur her zaman bulunur. Çaresiz miydin? Belki biraz. Ama yapabileceğin yapamayacağın milyonlarca ihtimal olmuştur. Düşün. Belki uyur, unutursun. Uyku? İmkanı olmayan tek çaresizlik şu anda. Vicdan varsa uyku yok. Ona yaşatabileceğin milyonlarca güzelliği başkasına yaşatmak. Peki başkası? Onda ne suç ne acı. Tekrarlayıcı bir kusur daha mı bulmak istiyorsun? Belki o çok başka, bambaşka. Belki bir başka başkaya sahip olmamalı. Bunu kaldırabilir misin? Hala sızlarken o şey. Peki başkalar başka başka kalsa. Varsa hata ya da bir çaresizlik bunun için yaşamı sonlandırmasan? Onu düşünsen ama başkasını... Başka başka. 

Uzak mesafe yazı

Zaman zaman şöyle kenara çekilip kağıdımızla iki lakırdı edemeyeceksek de hayatın getirdiği mutluluğun, gerginliğin, üzüntünün, sevincin hiçbir değeri de kalmıyordu. Öyle ya sayfada yerini almayınca her şey uçuveriyordu. Ama bazen bazı şeylerin uçup gitmesi de çok önemliydi. Kesinlikle bazı şeyler uçup gitmeliydi. Zaman zaman unutmanın ödül olduğunu görüyoruz, bilirsiniz. Uçan ama gitmeyenler de var onların hikayesi zaten bambaşka.

En Mutlu

Benim yaptığımı mı düşünüyorsunuz? Belki de. Onu dinlemediğim için ben yapmış olabilirim. Ama belki o beni dinlemediği için kendi kendine yapmıştır olamaz mı? Birini suçlamak pek kolay tabii. Onun yanında siz olsaydınız ne yapardınız acaba? Hem onun yanında olmayı ben istemedim ki. Sahi zaten tüm problem buradan çıktı ya. Ben dünyaya mutlu olmak için geldiğini sanan adamlardanım. Evet, sanan. Mutluluk nedir diye sorsanız tanımını bile yapamam. Ama onun peşinde olduğumdan her zaman eminimdir. Bu sebeple onun peşinde olmayan her şeyden de uzak olmam gerekir. Bu yüzden geçmişimden pek uzağım. Hayatta beni yerle bir edecek hiçbir şey yok. Bu olanlar mı? Beni sadece güldürür. Acıya gülmek beni deli yapar mı? Hiç sanmıyorum. Bence bu durumda güldüğümü görse babam benimle gurur duyardı. Çünkü o her zaman güçlü olmamı ister. Neden mi? Çünkü o her zaman çok güçlüdür. Evet, babamın dünyası başarılardan ve güçten ibaret. Bana kalırsa yaşam da tam olarak bunlardan oluşmalı. Çünkü mutluluğu bunlar

Güven

Neye, kime, neden, nasıl, ne ölçüde ve ne cüretle? Acz. Her kalpte ve her akılda. En gerçeğini bilirsin kendinden. Eksikliğini, eksikliklerini. Sırtını dayamak için seçtiğin her bir nesne ve öznede bulduğun olmamışlıklar. Görebiliyor musun? Göremezsin. Sırtını dönmüşsün. Eminsin. Gözler kapalı. Ancak yüreğinle görebiliyorsun. Gözler kusuru görür çünkü. Kusurda güven yoktur. Endişe vardır. Olmalı da zaten. Endişe bireyi harekete geçirir. Eksiklikler böyle tamamlanır. Ben ona, şuna, buna güvendim. Ama boştu, bomboş... Ne cüretle güvenirsin? Görmeyi bilirsen, mükemmellikte bile kusur vardır. Kusuru örtmek, eksikliği tamamlamak zor iştir ama görmek pek kolay, öyle kolay.

En derin

Öyle gürültülü bir gece. Bugün aklım hiç konuşmuyor, duygularım hiç konuşmuyor. Köpeklerin kavgalarını dinliyorum. Yaz akşamı olduğunu hatırlatan ateş böceği seslerini dinliyorum. Gecenin sesinde sakinliği dinliyorum. Zihnim savaşını bırakmış, geceye hiç anlam yüklemiyor, yorum bırakmıyor. Dün, önceki gün ve ondan önceki elli bin gün var olan tüm konuşmalar susmuş. Susmakta bir kerem var belli. Bazen söz değil, bir durgunluk anlatıyor her şeyi. Böyle bir durgunluğun içinde buluveriyordun kim olduğunu. Kötü bir şey yapmakla hiçbir şey yapmamak aynı şey dedi, durgunluk. Duydum. Yaşa diyen güzel bir melodi vardı. Dinledim. Zaten bir gün her şey bitecek gerçeği kaçınılmaz niye bugünden bitiyorsun? Anladım. Ahengi yakaladım. Bende inanmak eksikmiş. Tamamladım. Mutluluk bize göre değildi evet, ama mutsuzlukla da aramız hiç iyi olmayacaktı belli. Bir denge vardı. Kötüyü gösteren iyiyi sevdiren bir denge. Acıyı derinlerden hissediyorduk, ama en derinde ve aynı zamanda en yüzeyde var olan şey s

Günler

Salıydı. Artık çarşamba. Perşembe, cuma, cumartesi... Geçiyor böyle. Hiçbir önemi de yok üstelik. Günler sadece geçsin diye varlar. Aynı zamanda kötü şeyler olurken iyi bir şey olmasının hiçbir anlamı yok. Dünün bugünden, bugünün yarından hiçbir farkı yok. Zaman ölüyor, ta ki biz ölene kadar. Peki nasıl öleceğiz? Her gün öldürülmeyi mi bekleyeceğiz? Yoksa içimizde mi öldüreceğiz kendimizi? Ya bir hastalıkla koyun koyuna ya da bir sevdayla yana yana. Ama nasıl? Şairin dediği gibi insan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Bu günlerin yaşama ait olduğunu kendimize inandırmamızı güçleştiren her şeyle birlikte. Ne acı, hem ne gülünç.

Rastgele

Hem ne olurdu yani her şey ama her şey güzel olsaydı? Olmadı. Hem bu sefer hiçbir şey. Umut edebilmek de mümkün değildi artık. Çünkü umut edebilmek için aynı zamanda iyi şeylere de rastgelmek gerekiyordu. Ama uzun zamandır hiç karşılaşmıyorduk. Sanki caddenin başında bizi gören iyi şeyler koşarak uzaklaşıyordu. Ne acı. Sevdiğimiz ama bizden uzak olan her şey gibi, umudun bizi terk edip gitmesi... Sahi, bir gün her şeye rağmen yanımızda olacak bir umut ile deniz kenarında ayaklarımızı sallayarak gülümseyebilir miyiz göğe doğru? Şimdi olmaz belli ki gök bile gülümsememizden memnun değil ki. Gök de bu işin içinde, bizi görünce kaçışanlar gibi. Peki ne yapmıştık? Bunca gülümseyen zenginliğin içinde çoğunluğa ait ama görünmeyen bizler. Onların yapmayıp bizim yaptığımız ne var? Ya da tam tersi. Bilmiyorum. Ama gerçekten bu şekilde mi işlemeli dünya? Hiç işlemese keşke. Böyle boşlukta kaybolsak gitsek. Adalet, aşk, güzellik, umut. Artık içimi kıpırdatmıyor bile. Dünyada hiçbir gülümsemeden ba

Düşüş

Her zaman daha kötüsü olabilir. Oluyor da zaten. Söylemiştim. Birileri sizi haddinden fazla göğün üzerlerine çıkardıysa bilin ki düşüşünüz muhteşem olacak demiştim. Dinlemedim. Kendimi. Aldandım, anlaşılan aldanmayı seviyordum. Ümit için kandırılmaya ihtiyaç duyuyorduk, n'apalım, kaparız gözlerimizi, tıkarız kulaklarımızı ve kanarız işte... Her düşüşte başka şeylere, ümitli şeylere. Bugünün sözü ekonomist Keynes'tendi. "Uzun vadede hepimiz öleceğiz". Görünüşe göre hayatın ekonomisi de bu kadar basit bir meseleydi. Kısa vadede bazen hazretleri olabiliyorduk, bazen de kahırlar içinde yaşar bulunuyorduk. Uzun vadede bunların hiçbir getirisi yoktu, çünkü günün sonunda ölüyorduk ve her şey değerini yitiriyordu. Hem ne diye hayal kurmaya cesaret edebilmiştim? Gerçekten masum muydu o hayaller? Akıllı ve sevimli miydi dediğim gibi? Mümkün değildi. Yanılmak... Seviyordum demek yanılmayı. Bir süre için dünyanın en güzel şeyi oluveriyordu. Gönlümün pır pır edişini dinlemeyi sevi

Ama Asla

Yanıldım, hiç kimse nedenini sormadı. Ama yanıldığımı biliyorlardı, tekrarladılar: yanıldın. Yanıldığımı ben de biliyordum. Durmadılar: yanıldın. Yanıldılar, devam ettiler: yanıldın. Durmadan tekrarlamak hoşlarına gidiyordu. Yanıldın, yanıldın, yanıldın. Çünkü karşı tarafı yanlışlamak doğru olmayı gerektirirdi. Öyleyse; yanıldın, yanıldın, yanıldın.  Üzüldüm, hiç kimse nedenini sormadı. Ama üzüldüğümü biliyorlardı, karşı çıktılar: üzülme. Üzülmemeyi ben de istiyordum. Durmadılar: üzülme. Üzüldüler, devam ettiler: üzülme. Durmadan tekrarlamak hoşlarına gidiyordu. Üzülme, üzülme, üzülme. Çünkü üzülmeyi durdurmak mutlu ve iyi olmayı gerektirirdi. Öyleyse; üzülme, üzülme, üzülme. Suçlandım, hiç kimse nedenini sormadı. Ama suçlandığımı biliyorlardı, hatırlattılar: suçlandın. Suçluluğumu ben de fark ediyordum. Durmadılar: suçlandın. Suçlandılar, devam ettiler: suçlandın. Durmadan tekrarlamak hoşlarına gidiyordu. Suçlandın, suçlandın, suçlandın. Çünkü suçlamayı seçmek masum olmayı gerekti

Polyannacılık

Bu şöyle güzel. Şu böyle iyi. Bak bundan şu güzelliği çıkar şundan bu iyiliği. Sıkılmadınız mı? Her daim olumlama yapmaya çalışmak da insanı yormuyor mu? Yerinizde olsam çok yıpranırdım. Ama olumsuzlukları görebiliyor olmaktan keyif alıyorum. Her daim kötünün içine gömülmek ne kadar yıpratıcıysa iyinin içinde kalıvermek de o kadar yıpratıcı. Siyah beyaz gibi keskin çizgiler içerisine girmeden, bir orta yolla -griyle- devam etmek. Hem böylece adalet de beraberinde gelir. Kötüyü de iyi, iyiyi de iyi görmenin ne getirisi olabilir ki? O zaman iyi olmak da çok manasız olacak. Öyleyse mana gride olmalı. Bana öyle geliyor ki polyannacılık bir göz yumuş. Kötüyü reddetmek, kötüyü yok edebilir mi? Hiç sanmıyorum. Bu gerilemeyi destekler, gelişimi engeller. Bazen kulaklarını, gözlerini ve kalbini açıp kötüyle olman gerekir; iyiden sevgiyi ümit edebilmek için. 

Başıma gelen

Bir şey geldi başıma. Belki dünyanın en güzel belki en berbat şeyi. Çünkü bugün seni Hz. Süleyman yapan kader yarın seni Hz. Süleyman'ın kölesi yapıyordu. Olsundu. Köle olmak da marifet isterdi. Köle olsan da aklın, ruhun özgürdü. Tüm özgürlüğünle hayallere dalmak da doğaldı. Hayal kurmayacağım demiştim... Nasıl yapacaktım? Karşımda kurulan güzel hayallere nasıl kayıtsız kalabilirdim? O hayaller sıradan güzel hayaller değildi ki. Masumdu başta. Akıllıydı sonra. Akıllı hayaller. Ve sevimliydiler oldukça. Sevimli hayallere kim hayır diyebilirdi ki? Hayaller seni düşünüyor ve önemsiyorsa, seni seviyor ve sayıyorsa... Kim hayal istemem derdi? Hayalleri sonsuzlaştırmak derdiydi benimki. Hayalleri dünya yapmak niyetinde değildim. Ama dünyamda güzel hayallerle karşılaştığımda bunların kıymetini bilmeliydim. En içten bir şekilde. Yeni bir hayal kırıklığı yaşamak... Artık büyük mesele değil ki. Nasılsa artık büyük hayaller yok, süreklilik hayalleri var. Daima güzel görmek, sevgiyle. Ölümden

Hasret ile

Özlüyorum. Özlüyorum. Özlüyorum. Nasıl desem? Nasıl anlatsam? Anlaşılmaya ümidim de yok. Sesini özlüyorum. Ama nasıl? Kelimenin tam anlamını veren ve daha fazlasını isteyen bir özlemek. Ucu bucağı yok. Ne ucu umrumda ne de bucağı. Kalbime ilmek ilmek işlenmiş ninniler, masallar, öğütler, lakırdılar... Aklıma kazınmış gülüşler, mimikler, gözler... Gözlerin çok güzel. Gerçekten mi? Gerçekten. Ya ellerin? Pamuk pamuk ellerin var. Bırakmasan ya ellerimi. Öyle güçlü, öyle huzurlu olmak var; ellerin sımsıkı tutarken ellerimi. Düşünüşün var ya mesela. Gözlerini kapatıp kısarak hatırlayışın var ya... Hepsi bende. Hani markete giderken ellerimizi sallayarak cebimiz şeker doldu ya sayende, ömrümün şekerleri siz, ömrümün ardından gelene götürmek istediğim tek şey o cebim. Benim kıymetli varlığım. Sevginin şekerli dünyası. Benim şekerli rüyam. İyiki yaşadım dedirten tek güç. Şükür ve hasretle.

Büyümek

Bir oyun. Acımasız bir oyun. Delirmeme asla müsaade etmiyorum. Halbuki delirecek çok fazla konu var. Ama hiçbiri beni delirtecek kadar güçlü olamıyor. Umursayamıyorum. Biliyorum, umursarsam geri dönüşü yok. Ne fantazyada ne dünyada, hiçliğin içinde yok olup gideceğim. Freud'un kuramına bakılırsa bilinçaltımın savunmaları oldukça keskindi. Bunu nasıl yapıyor, inanamıyorum. Gülmek, gülmemenin arasında düşünmemek. Yürek hissediyor yine. Ama akılda bir inkar. Yüreği kundak yapıp oyalıyor. Oyalasın. Güçlü olmak hoşuma gidiyor. Büyümüş olmak bu oyunun içinde büyük şans. Dünyada umursanacak o kadar az şey var ki. Yüreğim güvendeyken aklımın ruhumu kurtarma çabası, üstelik vicdanını kaybetmeden. Ne hoş.

Dün-ya

Benim çocukluğum dün buradaydı, bugün yok. Çünkü o dün şuradaydı, bugün yok. Benim yazan elim bugün burada, yarın yok.

Kayıp

Kaybetmek, bir devrim. Anlayamazsınız. Anlarım sanırsınız. Görkemli bir dönüşüm içinde değişen şeyleri sorgularsınız. Değişikliklerin bağırtısında kıvranır durursunuz. Kendinize güzel avuntular ayırırsınız. Anıları taçlandırır, ballandırırsınız. Şimdi ne kadar acı ve ekşi de olsa anıların ballı tadı damağınızda kalır. Hevesiniz kursağınızda kalır. Hayalleriniz... Onlar hep yarım kalır. Bir şeyi tamamlama takıntınız vardır ya hani kandırılırsınız. Kendinizi kandırırsınız. Tamamlanacak diye hayallere aldanırsınız. Ama iyi insan olmak temelinde duramazsınız. Yanılırsınız. Ama hayat bu ya ümitlenirsiniz. Damakta kalan o tat var ya direnirsiniz. Güçlenirsiniz. Daha çok seversiniz. Özlersiniz. Ama kavuşacağız dersiniz. Canım dersiniz. Canlarım dersiniz. Kaybetmedim, kayboldum dersiniz. Başım pamuklu bulutlardan, her yanımda sevdiğim, eskimiş olanı kaldırmış yepyeni bir gerçekliği yüreğime yerleştirmişim... Ama nasıl da güzel kaybolmuşum.

Yarım

Yazıları hep bir sona ulaştırmaya çalışmak, bir sonuca bağlamak için uğraşmak ne kadar mantıklı? Yazılar yaşamın konuları değil mi? Yaşam zaten yarım kalmışlıklardan ibaret. Öyleyse yazılar hep yarım kalmalı. 

Gökyüzünde umut

Bu dışarıda ne var bilmiyorum. Evin içinde sıkışıp kalmış, dışarı bakıyor. Pencere önü onu güçlü hissettiriyor. Ne buluyor bilmiyorum. Sanıyorum ki o da bilmiyor. Gökyüzü belki de. Gökyüzüne bakmayı ihmal etmiyor. Gökyüzü büyülü, uçsuz bucaksız. Tüm sıkışmışlığımızda bizi de kurtaracak bir şey barındırıyordur bu sonsuz görüntü, diyor belki. Ruhum eve sığmıyor ama aynı zamanda ruhum küçük bir odanın içinde daha huzurlu diyor. Neden? Küçük bir odanın içinde, herkesten uzakta kıvrılıp uyumayı veyahut defteri elinde bir şeyler karalamayı, boyama yapmayı, bez bebeğiyle oynamayı huzurlu bulduğu sırada ruhunu harekete geçirip gökyüzünden medet ummasına sebep olan ne? Dünya küçük bir odadan değil ibaret. Kaçamadığı şeyler var belli ki. Zihninden atamadığı, kalbini çürüten şeyler. Besbelli hayatın oyunu içerisinde sıkışıp kalmış fakat ruhunu oyalamaya çalışıyor. Besbelli hayatla yüzleşmekten çekiniyor. Ama ister karşısına çıkıp dimdik dikilsin karşısında ister kapısı kapalı bir odanın içerisind