Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zaman

"Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir." İşte cevabımı bulmuştum. Daha doğrusu bulmuşum. Daha önce okuduğum bu iki cümlede cevabım varmış. Ama ben bu iki cümleyi okuduğum sıra soruyu henüz sormamışım bile. Ölümle sonlandırıp cevabı ölüme bağladığım yaşamdaki zamanın tüm bilinmezliği ve hayatın tüm acımasızlığı aslında zaten yürekte gizleniyormuş. Zamanı yakalamak için boşa çabalara gerek yokmuş. Zaman aksınmış. Geçmiş, gelecek, şimdi bir şey değilmiş. Bir şey olan, üstelik mühim bir şey olan yürekmiş. Zamanın değil, yüreğin izleri varmış. Ölümdeki hakikat yürekte de gizliymiş. Hakikati görmek için yüreğimizle bakmamız gerekirmiş. Yüreğimizle bakmak, yüreğimizi güzel kılmak, yüreğimizle temiz bakmak... Geçmişin acısı, geleceğin kaygısı, şimdinin acelesi. Bunlar mesele değilmiş. Zaman dediğimiz şey yaşadığımız şeyin ta kendisiymiş. Yaşadığımız yüreğimizdeyse diğer hiçbir şeyin önemi yokmuş. Yürekte ne yaşanmış? O dinlenmeye layıkmış. Yürek yaşamla anlamlanan

Umut

Bu cehennem çukurunun içinden nasıl çıkacaktım? Besbelli canlı cansız hiçbir şeyin bana yararı dokunamazdı. Buraya nasıl düştüysem öyle çıkmam gerekiyordu. Yeni düşüncelerimle. Cezalar, korkular, ayıplar hiçbiri yok. Sevgi, merhamet, bağışlama var. Tolstoy'un insan ne ile yaşar sorusu gibi bir çıkmazdı bu. Hayatın anlamsızlığı ve korkunçluğu karşısında bizi hala burada tutan bir şeylere ihtiyacımız vardı. İnsan her şeyini kaybedebilirdi. Fakat yaşamaya devam edebilirdi. Bizi yaşatan şeyi Tolstoy keşfetmişti. Ona hak veriyordum. Ama eksik kalıyordum. Yaşıyordum ama bir cehennemde yaşıyordum. Zihnim bir cehennemdi. Kalbim beni iyi edecek şeyi arıyordu. Bu şeyin görünen bir şey olmasını istemiyordum. Gözle görülen şeyler eğilip bükülebilirdi, değişim gösterirdi. Akıldaki şeyler aklın oyununa yenik düşebilirdi. Öyleyse elimde hiçbir şeyim kalmıyordu. Gerçekten bir kurtuluş var mıydı? Gerçekten "iyi" olmayı başarabilir miydik? Yoksa bu çukurun içinde çürüyüp gitmek için zamanı

Hayal mi kırıklıkları müzesi

Nasıl hayal kuruyoruz? Her hayal kırıklığından sonra nasıl oluyor da tekrar kendimizi bir hayalin içinde buluyoruz? Yeni bir hayal kırıklığı için nasıl cesaret buluyoruz? Nasılsa gerçekleşmez, nasılsa hayal, nasılsa hep hayal kalacak. Öyleyse hayal kuramam. Çünkü korkarım. Cesaret bulamam. Hayal kırıklıkları çok keskin parçalar halini alır, dayanılmaz. Belki öldürür. Hatta yaşarken öldürür. Hiç kimseden bir şey bekleyemez olursun. Ama olmaz, hayal kurmanı isterler. Kendi hayallerini hayalin sayarlar. Hayal kurdururlar. Yaşıyorsan hayal kurmak zorundasındır. Yoksa yaşamaz olursun. Seni seven hiç kimse hayal kurmamanı kabul etmez. Sana kurman için hayaller sunarlar. Aslında hiç de istemediğin şeylerin hayalini kurmaya başlarsın. Beklentiler denizinde boğulursun. Ama beklentilerin amacı tektir: Gerçekleşmemek. Gerçekleşen şey hayatındır. Gerçekleşmeyen beklediğin şey yalnızca yeni bir hayal kırıklığıdır. Bakarsın bu döngüde sıkışıp kalmışsın. Bir şeyler umut etmeye çalışıyorsun fakat hiçb

Anlaşılmak

Anlatılmazdı. O zaman değeri kaybolurdu. Bende yarattığını bir başkasına anlatmam mümkün değildi. Kelimeler, duyguları yarım bırakırdı. Hissim hafiflerdi, anlaşılmazdı. Boş bir mevzu olurdu. Yaşanılan karşıya aktarıldığında birer hikaye olurdu. Herkes kendi yaşadığını hakikat sayardı. Büsbütün anlaşılmak imkansızdı. Kelimelere yeni anlamlar yüklemeye çalışmak da bize düşmezdi. O zaman anlaşılanı da anlatamaz hale gelebilirdik. Öyleyse paylaşmak nasıl mümkün olabilirdi? Birlikte mücadele etmek sadece aynı şeyleri yaşayan insanlar için mi geçerliydi? Anlayamadığın ve asla anlayamayacağın bir mesele için ne gibi bir faydan dokunabilirdi? Anlayamadığın anlaşılırsa karşındakinin yarım kalmışlığını vurgulamış olmaz mıydın? Asla tamamlanamayacağım diyecek. Çünkü hiçbir söz benim yüreğimi anlatamaz. Ama belki şöyle bir gerçek varsa kendimizi daha iyi hissedeceğiz: "İnsan sevdiğinin gözlerinin içine bakar oradan anlar ta geçmişinin ne olduğunu". Yoksa bile öyle gerçek, ona inanmak ist

Geçiş evresi

En kötü zamanlarımız aslında en iyi zamanlarımızdı. Her şeyin çokça üzerimize yüklendiği ergenlik dönemi. Kendimizi bulmaya çalıştığımız, her çiçekten bal aldığımız o zamanlar. Hata yapmak büyük mesele değildi. Ergenlik dünyaya ilk adım gibiydi. Doğumdan itibaren hiç düşünmediğimiz "ulan ben nereye geldim şimdi" nin zamanıydı. Düşünmenin başlangıcıydı. Nerede ve kiminleydik? O kimler ne yapıyordu? Biz o kimlere benziyor muyduk? Benzemezsek ne olurdu? Dünyada olup bitenlere ayak uydurmak için benzemek zorunlu muydu? Şimdiye kadar yaşadığım neydi? Ne anladım ki? Hiçbir şey. Peki bundan sonra yaşayacağımdan ne anlamalıydım? Ben kim olmalıydım? Olmayı düşündüklerimden hangisi bana yakışır? Deneyebilirim. Olmak istediklerimi bir bir deneyip tökezleyebilirim. Bu dönemin müsaadesi vardı. Gül, eğlen, saçmala ve tabiki anla. En azından anlamaya çalış. Sorguladıklarının yükü arasında ezilip kaldın. Ne güzel. Bir daha asla bu kadar soruyu biriktiremeyeceksin. Çünkü yaşadıkça soru değil,

Acz

Zihnim. Karanlığım. Çaresizliğim. Aczim. En derin acziyet. Yüreğimdekiyle birlikte zihnimde yankılanan. İradesiz tavırlarım ve bitkinliğim. Bittim. Sanat yok. Hiçlik bu. Hiç olma arzusu. Mahcubiyetten sıyrılmak ve yok olmak. Günahkarlık ve günahının vurgulayıcıları. İçten bir keder ve delilik. Büsbütün delilik. Sonsuzluk. Ölümün yokluğunda büsbütün deliliğe vurmak. Aklım. Yok. Hiçlik bu. Masum gülümsemeleri seyretmek. Yapabildiğim kalbime en iyi gelen bu. Zihnime gülümsemeler doldurmak. İyiliğe sımsıkı bağlanan gülümsemeler. Fakat aczim. Zihnimin aczi. İyiliğe dokunamayan, kötülüğe takılı kalan acziyet. Ölümle övünemeyen, yaşamda deliveren benliğim. Kimim? Benim delilikten önce yerim neydi? Hiç olmasaydım ne olurdum? Hiçlikte ne olmadım? Neyim eksik? Neyim çok fazla? Neyim hasta? Neyim iyileşti? Neyim günah? Neyim sevap? Neyim deli? Neyim akıllı? Neyim güldü? Neyim ağladı? Bitmeseydim eğer ben, neyim masum gülümserdi? Onlar kimdi, umrumda değildi. Hiçlikte ben ve benim sahip olduğum te

İnanmak

İnanmak, ümit etmek, güzel düşünmek... Bazen inanmak yetmez, inandığına inanman gerekir. Sabırla ümit etmek ve güzeliyle düşünmek gerekir. İnanmak neye yeter? Eksiktir inanmak. Ya inandığın da eksikse? O zaman inanmayı nasıl tamamlarsın? Ama bilemezsin. İnandığına gönlün bakar. Bilemezsin eksik mi, göremezsin. İnanmak budur zaten. Kanmak demektir biraz da. İnanmak eksiktir bu yüzden. İnanmak için gönlünü ortaya koyman yetmez. Ümitlerin yetmez. Güzel düşüncelerin yetmez. İnandığınla yaşamak gerekir. Elinle ayağınla aklınla... O zaman eksik yoktur. İnandığın eksikse bile mühim bir mesele değildir. Senin bütün varlığın onu tamamlamıştır. Bütün varlığın inanmaktır. O zaman neye inandığını güzel seçmek gerekir. Eksiklerle yarım inanmak huzursuzluktur zaten, iyi olana inanmak gerekir,ümitli olana... 

Duygular

Bazıları duygularını içinde yaşar, bazıları dışında. İçinde yaşayanlar içerden atarlar çığlıklarını, kahkahalarını. Dışarıdan izlenmeyi sevmezler. Zihinlerinde kendilerini izlerler. Dışında yaşayanlar ya umursamaz kimseyi, fütursuzca yaşar ya da tam tersi izlenmeye yaşar duygularını. Göz önünde olmayı sever ya da göz önünde olsa bile saklayamaz içindekini. İçinde yaşayanlar saklar duygularını, göz önünde olmak istemezler ya da gözden uzakta bile zihinleriyle oynatırlar duygularını çünkü hayatları zihinlerindedir; uzaktır nesnelliğe. Her grup kendine ait duyguları en güzel şekilde yaşamak için çabalar. Ya duygusuzlar? Hissedemeyenler? Acı, öfke, aşk? Hiçbir şey hissedemeyenler? Yazık onlara. Duyguları yoktur onların, sadece mantıkla hareket etmeyi seçerler. Duygunun onları yok edeceğine mi inanırlar? Halbuki duygu yokken zaten yokturlar. 

Tanı(ş)ma

Hoş geldin. Merak ettim. En son ne zaman oyun oynadın? Oyun oynamayı sever misin? Yoksa ciddi bakış altında mı yaşarsın? Gördüğün en güzel şeyi tarif edebilir misin? Yoksa tarif edilmez mi dersin? En çok neye kırılırsın? Yaşamını paylaşmak sana çok mu uzaktır? Yalnız gülümsemekten mi yanasın? Çocukluk hayalini mi yaşatıyorsun yoksa çocukluk hayallerin yaşanılamaz hayal edilir hayallerden miydi? En sevdiğin yemek neydi? Yoksa hiç yemek ayırmaz mısın? Peki şu anda ne yapıyorsun? Şu anda, şimdi.. Ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun? Kalbin hızlı mı atıyor yoksa bugün şaşırmaya gücü kalmadı mı? Biliyor musun? İyi ki geldin. Yaşamda bulunması güç mutlu bir alıntı gibisin. Madem yaşıyorsun, bir şeyler yap gibi gülümseyen bir yüzün var. Ne güzel. Ne güzel yüzün var. Kalbin hep gülümsemeyi arıyor gibi. Biliyorum bunu. Merhametin insanda bıraktığı coşku. İyiliğin memnuniyeti. Ne mutlu sana. Tanışabilir miyiz? Ya da beni boş ver. Bu eylemi işteş yapmak büyüyü bozar. Daha nesin, onu anlat. Her düş

Anti-ikmal

Hayal kurmak, iki gözyaşının içinde olur ancak. Yarım kalmışlıkların içinde hayaller yatar durur... Gerçekleşmez, gerçekleşemez. Büyümek hiçbir hayali gerçekleştirememektir. Çocukluk; hayalleri göğsünde saklar, gözyaşında değil. Büyüklerin hayalleri eksiktir, yarımdır. Herkes sevdiğinin peşinden gider elbet. Herkes bir yolunu bulur ve mutlu olur. Mutluluk bir çikolataya sığar onlarda. Oysa bizler "mutlu olacak kadar aptal değilizdir". Her şeyi bile bile, yüreğimize batıra batıra mutlu olamayız biz. Eksiğiz. Tamamlanamayız. Tamamlanma umudu içerisinde savrulur dururuz, o ayrı. Umut çok başka hikaye, başka zaman anlatılmalı.

Öyle Yaşamak

Güç, yanındaki omuzdan başka bir şey değildir. Ne para, ne itibar, ne kas, ne heybet... Güç yanındaki bir çift gözdür. Eğer güveniyorsan, ki bu seni üzmemek için söylediği yalan sözler için geçerli olmak zorunda değil, güçlüsündür. Sadece sana inanıyor ve seni seviyorsa, bu yeterlidir. Sana söylediği yalanlar da senin kalbinde zaten anlamlanmıştır, o da farkındadır. Ama bunun üzerine konuşulmaz, çünkü asıl mesele güveniştir. Güç, güvendir. Güç yanında eğilip bükülmeden seninle gururlanandır. Ölsen umrunda olmaz çünkü. Ben sevgiyle onurlandırıldım dersin, gerisi önemli değildir. Arkandaki güç sevgiyle bekleyen tüm omuzlardır, fazlası değil. Çünkü her şeyi sayelerinde göze alırsın. Bu güvenin altında yaşamış olmak, bir gün mahvolacak olmanın değerini düşürmeye yeter. Öyle yaşadım ki! Ne para ne itibar ne kas ne heybet. Görünen neyim eksilse aslında hiçbir şeyim eksilmemiştir. Sağlıktan yoksun olsam, elime kondurulan öpücük yine de iyiki var olmuşum dedirtir. O zaman dersin ki. Ha adalet.

Tırtıklı Duvar

Anneannem. Dedem. Köy. Alt kat. Henüz üste bir kat çıkılmamış, tek katlı müstakil ev. 6 kuzenin bir araya toplanıp gürültülendiği zamanlar. Duvarlar. Büyük ihtimalle salonda... Duvarlara bakıyorum. Yatıyorum. Uyumak üzere, çekyatta, duvar kenarında. Duvar tırtıklı. İnceliyorum. Ve aklıma düşüyor bir anda. "Ya uyanamazsam?". Her gün başarıyorum uyanmayı halbuki, farkındayım. Ama ya bu gece son geceyse? Bu gece, o geceyse? Nasıl uyanabiliyorum bilmiyorum. Uyanıyorum işte. Bilmediğim için sabah bunu başaramayabilirim ve uyanamayabilirim. İçim çok huzursuz. Düşüncelere dala dala uyumayı başarmışım ama. Bakıyorum; günaydın, sabah olmuş. Uyanmışım. İnanamıyorum, bugün de başardım. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorum? Aklımı uzun süre meşgul etti. Nasıl uyandım? Ve tamam bıraktım. Düşünmüyordum. Uyanıyordum işte. Bu bana verilen güzel bir nimetti. Yarın da uyanacaktım belli ki. Huzursuzluğa, korkuya gerek yoktu. Yaşayacaktım. Sanıyordum. Ölümün var olduğunu biliyordum ama ben uyanıyordum. Ö

Aşk neydi?

Aşk neydi? Birkaç hormonun birleşiminden çok fazlası değildi. Ruhla ilgisi yoktu. Çünkü biterdi. Vücudun bitmesini emrederdi ve biterdi. Sevgi bambaşkaydı. Güven bambaşkaydı. Arkadaşlık o da bambaşkaydı. Tüm acizlikler aşkaydı. Aşk göze hitap ederdi. Sevgi ise kalbe. Aşk vücudun emriydi. Sevgi kalbin. Aşk çiçek kadar basitti. Kimse çiçeklerin ölmesini istemezdi ama çiçeklerle aşk gösterilirdi. O çiçekler ve hediyeler seni seviyorum demek değildi. Senden beklediğim bir şeyler var demekti. Ama seviyorum demek masaya tabağını ben koyarım demekti. Sevgi zararsızdı, öldürmezdi. Çünkü sevgi düşünmekti ama aşk bencillikti. O edilen beylik laflar da yine beklentileri hatırlatma amacına hizmet ederdi. O sözler yalnızca beynin telaşının dile vurumuydu. Aşkın telaşı yorardı. Ama sevgide huzur vardı. Aşkta sorumluluk yoktu. Ama sevgi emekti. Aşk cinselliğin oyunuydu. Sevgi bir olmak arzusuydu. Aşka güvenilmezdi, sevgiye güvenilirdi. Aşık'a yol arkadaşı denmezdi. Aşık unutur giderdi. Mecnun hik

Şimdiki Zamanın Hikayesi

Uyanıyordu. Merhaba sevdiklerim. Kahvaltısını hazırlıyordu ilk. Kahvaltı onun için önemliydi. Daha sonra ev işlerine başlıyordu. Eşine bakıyordu uyanmış, öpüyordu. Kahvaltısını hazırlıyordu. Topluyordu. Bahçeye iniyordu. Bahçeyi suluyordu. Yorulmuyordu. Seviyordu. Uğraşmayı seviyordu. Telaşlanıyordu. Sevdikleri için telaşlanıyordu. Her zaman onlara yardım etmek istiyordu. Bazen sevdiklerinin onun dizine yatmaya ihtiyacı oluyordu. O da sevdiklerinin saçlarını okşuyordu. İyiyi öğütlüyordu. Sabrı öğütlüyordu. Hikayelerini anlatıyordu. Sorularının cevaplarını iştahla dinliyordu sevdikleri. Güzel sözlüydü. Kendini dinletiyordu. İkindiye yakın biraz uyuyordu. Sonra kalkıp kitabını okuyordu. İşlerini toparlıyordu. Yemeğini hazırlıyordu. Yedirmeyi seviyordu. Akşam olunca çayını içiyordu. Eşiyle muhabbet ediyordu. Böyleydi. Şimdiki zamandı. Hikayeydi. Şimdiki zamanı yakalamak mümkün olmuyordu. Şimdiki zamanın hikayesi böyleydi. Her çift göze bir hikaye veriyordu. Sonra gidiyordu. Kahrolası.

Maviş Uçarsa💙

Canımın içi Mavişimin geldiği ilk gün. Ürkekliği, masumluğu, minikliği.. Aldığım ilk günden beri enteresan bir şekilde samimiyiz. Daha geleceği heyecanındayken bile her şey değişti. Anne olmak? Oldum. Dibine kadar. Ama o aynı zamanda benim en iyi arkadaşım. Gerçekten. İnsanların yalanının dolanının içinde, onun yalansız sevgisini izledim. Uyandığımdaki telaşını, üç gün ayrılıktan sonra kavuşmada tüm yüzümü öpüşünü, onu ihmal ettiğimde bana gönül koyuşunu ama hemen barışmalarını, vaktini benimle harcamak isteyişini ve bana güvenişini.. Bunları hep izledim, yaşadım. Her neye elimi uzatsam orada olmak istedi. Ona geldi. Onunla değil, benimle ilgilen gibi bazen. Bazen de senin için önemli olan benim için de önemlidir, napıyoruz şimdi bununla der gibi. Destek olmak ister gibi. O bana en ama en güzel arkadaş. Beni üzmüyor, kırmıyor, yalnızca seviyor. Uykusunun arasında bile benimle ilgilenmeyi ihmal etmiyor, ilgilenmek için çaba gösteriyor. Çünkü bir kuş sizi tüm hücreleriyle sever. Yadırg

Ölüm

Ölüm nasıl kabullenilir? Ümitlerin bitişini nasıl kabullenir insan? Yaşarken hayal ettiğin ve yaşamayı beklediğin her şeyin yok oluşunu nasıl kabul edebilirsin? Ölmeyi, ölmeni nasıl kabul edersin? Büyümenin inkar edilişi, ölümün varlığını reddedişten başka neydi? Ama eller değişiyordu, gözler değişiyordu. Yaş alıyordu. İnkar sadece koca bir kandırmaydı. Olsundu, kandırmacaya devam edilsindi. Yoksa ölüm nasıl kabullenilirdi? Bir daha asla dudaklarının ona sevgini gösteremeyeceğini bilmek, kafanı dizlerine koyamayacağını anlamak, bir daha asla sana seslenmeyeceğini... Seslenmiyor. İşitmiyorsun. Yaşarken işitilmesini istediklerin işitilmiyor. Heyecanını duymasını istediğin hiçbir şey onun hayallerinde yer almıyor. Artık hayalleri yok. Artık hayallerim yok.

Zamansız

Bugün burada fotoğraf çekildik. Ama şimdi burası böyle boş. Hayat gibi. Yaşanılanlar gibi. Boş. Ama orada bulunduk. Eminim. Böyle binlerce yerde bulunduk. Ama boş. En küçük bir iz bile yok. Yüz binlerce adım attım. Şimdi hiçbirinde değilim. Ama eminim adım attım. Eminim adım atan milyonlarcası oldu. Yoklar. Görünmüyorlar. Adımları görünmüyor. Binlerce şeye dokundum, şekil değiştirdim. Bir kıymeti yok. Bilimde iz bırakanlar, kafalarda soru işareti bırakanlar, sanatta hoşluk bırakanlar... Onların izleri vardı. Ama kendileri yoklar. İzleri olmasaydı eksikliğini hissetmezdik. Bilmezdik. Çok da kayıp olmazdı. Çünkü boş. Ne kadar ilerlesek boş. Güneş batıyor,doğdu battı. Bitti. Yaşama eşit imkanlarla, farklı seçimlerimizle dahil olsaydık başkaydı. Yaşam bir armağandı. Bu durumda yaşam sadece zaman. Varım-yokum zamanı. O fotoğraf ben oradayken onu yaşarken güzeldi. Şimdi ise buraya düştüğüm not derdindeyim. Geçmiş ve gelecek yokum zamanı. Şimdi benimle gelen varım zamanı, beni ölüme-hiçliğe

Acı

Acı, birlikte ölünmesi gereken şeydi. Öyleyse hiç acı çekmiyorduk. Çünkü hiç ölmedik. Ölsek anlamazdık da. Ölüm neydi bilmiyorduk. Yaşam neydi onu da bilmiyorduk zaten. Ölümden habersiz olmak büyük iş değildi. Yaşamdan habersizdik. Çünkü zaman geçiyordu ve yaşam ne geçmiş ne şimdi ne gelecek oluyordu. Geçmiş hafızadaydı, gelecek hayaldi, şimdi ise hızla yer değiştiriyordu. Hiçbiri tutulmuyordu. Zaman yaşamın bir parçası değil miydi? Ama zamanın hiçbir parçası yaşamda yoktu, uzaktı. Öyleyse yaşam yoktu. Yaşam yoksa kibir niye vardı? Öfke niye vardı? Hırs niye vardı? Acı.. O niye vardı? Zaten acı yaşamın değil, ölümün bir parçası değil miydi? Acıyla ölünürdü. Acıyla yaşanmazdı. O zaman yaşamda hiç acı yoktu. Zaten yaşam da yoktu. Ölüm vardı. Sadece ölüm vardı. Yaşamda da ölüm vardı, acıda da ölüm vardı. Ama güzel olan zaten buydu. Ölüm varken yaşamın içindeki zamanın bilinmezliği yoktu, acı da. Sadece hakikat vardı. Güzel olan buydu.