"Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir." İşte cevabımı bulmuştum. Daha doğrusu bulmuşum. Daha önce okuduğum bu iki cümlede cevabım varmış. Ama ben bu iki cümleyi okuduğum sıra soruyu henüz sormamışım bile. Ölümle sonlandırıp cevabı ölüme bağladığım yaşamdaki zamanın tüm bilinmezliği ve hayatın tüm acımasızlığı aslında zaten yürekte gizleniyormuş. Zamanı yakalamak için boşa çabalara gerek yokmuş. Zaman aksınmış. Geçmiş, gelecek, şimdi bir şey değilmiş. Bir şey olan, üstelik mühim bir şey olan yürekmiş. Zamanın değil, yüreğin izleri varmış. Ölümdeki hakikat yürekte de gizliymiş. Hakikati görmek için yüreğimizle bakmamız gerekirmiş. Yüreğimizle bakmak, yüreğimizi güzel kılmak, yüreğimizle temiz bakmak... Geçmişin acısı, geleceğin kaygısı, şimdinin acelesi. Bunlar mesele değilmiş. Zaman dediğimiz şey yaşadığımız şeyin ta kendisiymiş. Yaşadığımız yüreğimizdeyse diğer hiçbir şeyin önemi yokmuş. Yürekte ne yaşanmış? O dinlenmeye layıkmış. Yürek yaşamla anlamlanan
Yazmayı öğrendiğimden beri günlük tutarım.