Edebiyat, insanı edebi yapmaz ama edepli yapar, dedi. Sakindi. Her olayda sakinliğini ve üslubunu korudu. Çünkü yaşam onun için anlamlıydı. Anlamlandırdığı yaşama uygun yaşıyordu. Başıboş değildi. Aklı başındaydı. Edebiyatın gönle yaptığı vurguyu dışarı yansıtmayı sever gibiydi. İnançlıydı. Fakat bağnaz değildi. Kalp kırmayı sevmiyordu. Öyle ki inancı gerçekten neye inanması gerektiğini bilen bir inançtı. Eğitime, öğrenmeye önem veriyordu. Dünyevi gerçeklere karşı çok ılımlıydı ve yapması gerekenlerin bilincindeydi. Yine de büsbütün bu dünyaya aşık değildi. Şöyle diyordu: "Oruçlu doğar her insan, ölümün iftar sofrasına." Öyleydi. Her canlı ölümle yüzleşecekti. Önemli olanın iyi ölmek olduğu düşünülüyordu. İyi yaşarsan iyi ölürdün. Vakti kıymetliydi. Gerçek hayatla meşguldü. Gerçek hayatta şiirler vardı, yağmurlar vardı, yağmur altında sırılsıklam olmak vardı.
Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...
Yorumlar
Yorum Gönder