Ana içeriğe atla

Zaman

"Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir."

İşte cevabımı bulmuştum. Daha doğrusu bulmuşum. Daha önce okuduğum bu iki cümlede cevabım varmış. Ama ben bu iki cümleyi okuduğum sıra soruyu henüz sormamışım bile. Ölümle sonlandırıp cevabı ölüme bağladığım yaşamdaki zamanın tüm bilinmezliği ve hayatın tüm acımasızlığı aslında zaten yürekte gizleniyormuş. Zamanı yakalamak için boşa çabalara gerek yokmuş. Zaman aksınmış. Geçmiş, gelecek, şimdi bir şey değilmiş. Bir şey olan, üstelik mühim bir şey olan yürekmiş. Zamanın değil, yüreğin izleri varmış. Ölümdeki hakikat yürekte de gizliymiş. Hakikati görmek için yüreğimizle bakmamız gerekirmiş. Yüreğimizle bakmak, yüreğimizi güzel kılmak, yüreğimizle temiz bakmak... Geçmişin acısı, geleceğin kaygısı, şimdinin acelesi. Bunlar mesele değilmiş. Zaman dediğimiz şey yaşadığımız şeyin ta kendisiymiş. Yaşadığımız yüreğimizdeyse diğer hiçbir şeyin önemi yokmuş. Yürekte ne yaşanmış? O dinlenmeye layıkmış. Yürek yaşamla anlamlanan ölümle son bulmayan bir şeymiş. Bir yüreği hatırlamak ve gülümsemek yaşamın bize tattırdığı en güzel zamanlarmış. Kendi yüreğimizi gülümsetmek ve hatırlatmak da yaşamın gayesi olacakmış. Ne işlermiş ne işler! Çalınmış zamanımızı geri getiren Momo'ların farkında olmak varmış. Ah! Varmış. Umutlu olmak varmış. Kapıyı bin kere de olsa çalmak varmış... İnanmak varmış. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Baş aşağı

Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...

Özlediğim

Özlediğim etten kemikten yapılma biri değil. Özlediğim bir nezaket. Özlediğim bir “gitme”. Gerçekten hatalı olunduğunda mı çabalanır? Yoksa hata olmasa da kalp kırıldığında ona diyecek bir şey yok mudur? Kırık kalp her şeyin üstünde midir? Şey, romantizm… o hani ismi lazım değil hikayelerindekinden mi olmalı aşk? Yoksa böyle sade ve zehirli her şey aşk mıdır? Özlediğim bir güzel söz, özlediğim bir çırpınış. Özlediğim bir kapıya geliş! Terliklerimle mi? Belki. Özlediğim bir çılgınlık. Özlediğim bir delilik. Özlediğim bir af. Özlediğim bir çare arayış, özlediğim bir sahilde kayalarda konuşma. Özlediğim bir “lütfen”, özlediğim bir himaye. Bazen insan böyle şeyleri özlediğine bile utanır. Dünya kötü. Ne bekliyorduk ki? Şükretmek lazım hem, hem beklememek. Hem en iyi şekilde kurtulmayı arzulamak.

Tırtıklı Duvar

Anneannem. Dedem. Köy. Alt kat. Henüz üste bir kat çıkılmamış, tek katlı müstakil ev. 6 kuzenin bir araya toplanıp gürültülendiği zamanlar. Duvarlar. Büyük ihtimalle salonda... Duvarlara bakıyorum. Yatıyorum. Uyumak üzere, çekyatta, duvar kenarında. Duvar tırtıklı. İnceliyorum. Ve aklıma düşüyor bir anda. "Ya uyanamazsam?". Her gün başarıyorum uyanmayı halbuki, farkındayım. Ama ya bu gece son geceyse? Bu gece, o geceyse? Nasıl uyanabiliyorum bilmiyorum. Uyanıyorum işte. Bilmediğim için sabah bunu başaramayabilirim ve uyanamayabilirim. İçim çok huzursuz. Düşüncelere dala dala uyumayı başarmışım ama. Bakıyorum; günaydın, sabah olmuş. Uyanmışım. İnanamıyorum, bugün de başardım. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorum? Aklımı uzun süre meşgul etti. Nasıl uyandım? Ve tamam bıraktım. Düşünmüyordum. Uyanıyordum işte. Bu bana verilen güzel bir nimetti. Yarın da uyanacaktım belli ki. Huzursuzluğa, korkuya gerek yoktu. Yaşayacaktım. Sanıyordum. Ölümün var olduğunu biliyordum ama ben uyanıyordum. Ö...