Neye, kime, neden, nasıl, ne ölçüde ve ne cüretle? Acz. Her kalpte ve her akılda. En gerçeğini bilirsin kendinden. Eksikliğini, eksikliklerini. Sırtını dayamak için seçtiğin her bir nesne ve öznede bulduğun olmamışlıklar. Görebiliyor musun? Göremezsin. Sırtını dönmüşsün. Eminsin. Gözler kapalı. Ancak yüreğinle görebiliyorsun. Gözler kusuru görür çünkü. Kusurda güven yoktur. Endişe vardır. Olmalı da zaten. Endişe bireyi harekete geçirir. Eksiklikler böyle tamamlanır. Ben ona, şuna, buna güvendim. Ama boştu, bomboş... Ne cüretle güvenirsin? Görmeyi bilirsen, mükemmellikte bile kusur vardır. Kusuru örtmek, eksikliği tamamlamak zor iştir ama görmek pek kolay, öyle kolay.
Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...
Yorumlar
Yorum Gönder