Büyük bir bağlantı ağının hiçi. Görkemli bir sabahın uykusu. Aşık olunacak çiçeğin kara belası. Her şeyden herkesten biraz biraz, tam anlamıyla var olamayan bir yaz. Yine delirmiş geceler. Bazı olmamışlıkların çaresizliğinde gidiş geliş. İstediği de tam buydu, yok olmak. Fakat böylesini umut etmemişti. Kendini kocaman bir hiçliğin içinde hiçbir şeyle hiç olurken hayal etmemişti. Hiçliği; hiçbir başlangıç ve sonun varlığından habersiz hatta tüm bunları yok etmiş, hiçbir hafızada yeri olmamış olmakla ilgili zannediyordu. Ki artık bunu istemiyordu. Artık o bağlantı ağının önemli bir parçası, o sabahın en güzel günaydını, o çiçeğin en kırmızı yaprağı olmak arzusundaydı. Bu arzu onu büsbütün ele geçirmişti. Belli ki yok olmanın en olmayı delicesine istemek ve elde edememekle bir ilgisi vardı. Hani yaşamış olmakla hiçbir şey yaşamamış olmak aynı şeydi. Hani boş, bomboştu. Şimdi bu dopdoluluğu ne yapacaktı? Hiçbir hiçliğe atamazdı, hiçlik zaten o doluluğu dolduran yegane şey olabilirdi. Bilmiyordu, bilemezdim.
Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...
Yorumlar
Yorum Gönder