İki yaşadıysa beş ağladı. Her şeyin anlamını yitirmesi, her şeyin anlamlandırılmasından daha kolaydı. Yaşayacağı belki milyonlarca ufak hatıranın hepsinden vazgeçti. Sonra vazgeçmekten vazgeçti. Herkes yaşamını iyi kötü kendi var olmak için kullanıyordu. İyi ya da kötü her an armağan gibiydi. Kim bilir neler öğrenecek, ne acılar çekecek ve nelere gülecekti? Kim bilir kimin aklında, kimin yüz yıl sonraki hikayesinde ne izler bırakacaktı? Macera fikri içini kıpır kıpır etti. Bu oldukça olgun bir düşünceydi. Şimdiye büyüyen küçük ağaç bu fikirle gurur duyardı. Peki bunun yaşama geçişi? Kalbinin binlerce sızısıyla hakikati inkar etme arzusu dolup taşıyordu. İnkar mı kabul mü? Hangisi bir tercih olmaya layıktı? Bu maceranın başka seçenekleri de olması gerekseydi ona ne önerirdik? Düşünelim.
İşte buraya kadar. Olan oldu. Vazgeçtim. Pes ettim. Olacak olan zaten olacak. Endişelenmeyecektim artık. Bıraktım. Tüm yaşadıklarımı düşündüm hani derler ya; bir film şeridi gibi. Ettiğim mücadeleleri, yaşadığım güçlükleri, uğradığım hayal kırıklarını düşündüm ve vazgeçtim. Hem de her şeyden öylece. Artık kenara geçip yaşamı izlemeye karar verdim boş gözlerle. Yaşam bana ne getirirse onu yaşayacağım. Yaşama hırsını bıraktım. Güzel şeyler yaşamak zorunda değilim. Dünyada güzel şeylere tanıklık eden yüzde beşlik dilimin ortasında olmamın gereği yok. Geri kalan yüzde doksan beşlik dilimin ortasında kaybolacağım. Eminim bu hiçlik bana iyi gelecek. Oturup yalnızca dua edeceğim, hiç çabasız hayata katılacağım. İyi şeyler dileyeceğim. Evet fakat kötü şeyler yaşayacağım. Olsun gün sonunda hiçbir şeyin önemi yok. Kalbimi kinle, nefretle, öfkeyle, kibirle doldurmadım ya. Gün sonunda ona bakıyorum. Dargın olduğum çok şey var evet. Olsun kenarda oturup şükredeceğim yine. Şükredecek çok meselem var
Yorumlar
Yorum Gönder