Ana içeriğe atla

Meseleler

​Memleket meseleleri… Vasıfsız milyonlarca insan bir ideolojinin ağında öylece sallanıyor. Görünen fakat var olmayan eğitim olası tüm nitelikleri yutuyor. İnsanlar çaresiz. Uyum sağlıyor. İsyan da var yer yer. Ama daha çok başlar öne eğik. Düşünmek çalınmış bir eylem. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, coğrafya, tarih. Zihniyet sana beyni değil, hafızayı çalıştırmayı öğretiyor. Üretmek çok zor. Gerçekten üretmekten bahsediyorum. Tıkır tıkır işleyen bir zihinle. Toplumsal algılar kötüden kötüye gidiyor. Aşırı modernleşme adı altında çağ dışılıkla mücadele ediliyor. Aynı zamanda zihniyetin geçmişte sabitlenmesiyle gelişim aşağılanıyor. Torpiller, cinsiyet faktörü, adaletsiz dağılım, haddi olmayana gösterilen değerler ve arada söz hakkı elde edememiş bizler. Makineleşmeye başladık. Çarkın içinde savruluyoruz. Şu an sistemin kaçıncı minik çarkında kafamı kaldırmaya çalıştım bilmiyorum. Sosyal bilimler gelişime değil, otoriteye hizmet için kullanılıyor. Hala… Bu yüzyılda da. Yüzyılımdan tiksiniyorum demiyorum. Bundan önceki tüm yüzyıllarda var olan olmamışlıklar var biliyorum. Dünya nasıl bir kaos, koskoca dünyada özgürlük ve iyilik nerede? İnsanın içine bu olmamışlık nereden geliyor? Yaşamayı ciddiye alacaksın, der Nazım Hikmet. Hiçbir zaman gözlerimi kapayıp bakmayacağım dünyaya. Çünkü görüyorum. Çalınmış hayatları görüyorum. Bir kukla gibi tepemde dönüveren ipleri görüyorum. İnsanlara saygısızlığı tanıtarak verilmiş kibri de görüyorum. Düşünmek, sorgulamak, araştırmak. Bir kere bile bunu yapamamış insanların değer görmeyen sosyal bilimlerle ilgisi olduğunu da düşünüyorum. Ahlak, eğitim, var olabilmek, üretebilmek, insan olabilmek. Tüm ikilemlerin içinde kendin olabilmek. Bu biricikliği sömürmeye ve lider olmaya ne meraklıyız. Bu yok oluşun peşinden koşanlardan olmayacağım. Biliyorum var birçokları benim gibi. O yüzden gülümsüyorum hala bu rezil dünyaya.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Baş aşağı

Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...

Özlediğim

Özlediğim etten kemikten yapılma biri değil. Özlediğim bir nezaket. Özlediğim bir “gitme”. Gerçekten hatalı olunduğunda mı çabalanır? Yoksa hata olmasa da kalp kırıldığında ona diyecek bir şey yok mudur? Kırık kalp her şeyin üstünde midir? Şey, romantizm… o hani ismi lazım değil hikayelerindekinden mi olmalı aşk? Yoksa böyle sade ve zehirli her şey aşk mıdır? Özlediğim bir güzel söz, özlediğim bir çırpınış. Özlediğim bir kapıya geliş! Terliklerimle mi? Belki. Özlediğim bir çılgınlık. Özlediğim bir delilik. Özlediğim bir af. Özlediğim bir çare arayış, özlediğim bir sahilde kayalarda konuşma. Özlediğim bir “lütfen”, özlediğim bir himaye. Bazen insan böyle şeyleri özlediğine bile utanır. Dünya kötü. Ne bekliyorduk ki? Şükretmek lazım hem, hem beklememek. Hem en iyi şekilde kurtulmayı arzulamak.

Tırtıklı Duvar

Anneannem. Dedem. Köy. Alt kat. Henüz üste bir kat çıkılmamış, tek katlı müstakil ev. 6 kuzenin bir araya toplanıp gürültülendiği zamanlar. Duvarlar. Büyük ihtimalle salonda... Duvarlara bakıyorum. Yatıyorum. Uyumak üzere, çekyatta, duvar kenarında. Duvar tırtıklı. İnceliyorum. Ve aklıma düşüyor bir anda. "Ya uyanamazsam?". Her gün başarıyorum uyanmayı halbuki, farkındayım. Ama ya bu gece son geceyse? Bu gece, o geceyse? Nasıl uyanabiliyorum bilmiyorum. Uyanıyorum işte. Bilmediğim için sabah bunu başaramayabilirim ve uyanamayabilirim. İçim çok huzursuz. Düşüncelere dala dala uyumayı başarmışım ama. Bakıyorum; günaydın, sabah olmuş. Uyanmışım. İnanamıyorum, bugün de başardım. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorum? Aklımı uzun süre meşgul etti. Nasıl uyandım? Ve tamam bıraktım. Düşünmüyordum. Uyanıyordum işte. Bu bana verilen güzel bir nimetti. Yarın da uyanacaktım belli ki. Huzursuzluğa, korkuya gerek yoktu. Yaşayacaktım. Sanıyordum. Ölümün var olduğunu biliyordum ama ben uyanıyordum. Ö...