Ana içeriğe atla

Rastgele

Hem ne olurdu yani her şey ama her şey güzel olsaydı? Olmadı. Hem bu sefer hiçbir şey. Umut edebilmek de mümkün değildi artık. Çünkü umut edebilmek için aynı zamanda iyi şeylere de rastgelmek gerekiyordu. Ama uzun zamandır hiç karşılaşmıyorduk. Sanki caddenin başında bizi gören iyi şeyler koşarak uzaklaşıyordu. Ne acı. Sevdiğimiz ama bizden uzak olan her şey gibi, umudun bizi terk edip gitmesi... Sahi, bir gün her şeye rağmen yanımızda olacak bir umut ile deniz kenarında ayaklarımızı sallayarak gülümseyebilir miyiz göğe doğru? Şimdi olmaz belli ki gök bile gülümsememizden memnun değil ki. Gök de bu işin içinde, bizi görünce kaçışanlar gibi. Peki ne yapmıştık? Bunca gülümseyen zenginliğin içinde çoğunluğa ait ama görünmeyen bizler. Onların yapmayıp bizim yaptığımız ne var? Ya da tam tersi. Bilmiyorum. Ama gerçekten bu şekilde mi işlemeli dünya? Hiç işlemese keşke. Böyle boşlukta kaybolsak gitsek. Adalet, aşk, güzellik, umut. Artık içimi kıpırdatmıyor bile. Dünyada hiçbir gülümsemeden bana pay düşmüyor ki. Ben yine gülümsüyorum o ayrı. Ne yapayım? Seviyorum işte. 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Veda

İşte buraya kadar. Olan oldu. Vazgeçtim. Pes ettim. Olacak olan zaten olacak. Endişelenmeyecektim artık. Bıraktım. Tüm yaşadıklarımı düşündüm hani derler ya; bir film şeridi gibi. Ettiğim mücadeleleri, yaşadığım güçlükleri, uğradığım hayal kırıklarını düşündüm ve vazgeçtim. Hem de her şeyden öylece. Artık kenara geçip yaşamı izlemeye karar verdim boş gözlerle. Yaşam bana ne getirirse onu yaşayacağım. Yaşama hırsını bıraktım. Güzel şeyler yaşamak zorunda değilim. Dünyada güzel şeylere tanıklık eden yüzde beşlik dilimin ortasında olmamın gereği yok. Geri kalan yüzde doksan beşlik dilimin ortasında kaybolacağım. Eminim bu hiçlik bana iyi gelecek. Oturup yalnızca dua edeceğim, hiç çabasız hayata katılacağım. İyi şeyler dileyeceğim. Evet fakat kötü şeyler yaşayacağım. Olsun gün sonunda hiçbir şeyin önemi yok. Kalbimi kinle, nefretle, öfkeyle, kibirle doldurmadım ya. Gün sonunda ona bakıyorum. Dargın olduğum çok şey var evet. Olsun kenarda oturup şükredeceğim yine. Şükredecek çok meselem var

Hak

​Ben hak etmedim mi ya en güzelini, en iyisini, en kralını? Evet ya en kralını… Gülünç kibir. Hiç elde etmedim. Benim sorum daha çok şeydi… ben bu kadarını bile hak etmiyor muyum?  Ben fark ettim. Kimseye ihtiyacım yoktu iyi hissedebilmek için. Zaten en berbat hissedilenlerin ardından buldum en iyilerini. Ama her zaman bir nesne olmalıydı benim için. Hep bir kurtarıcı.  Kurtarılmak zorunda mıydık? Değildik elbette. Ama insan kurtarılanlara imreniyordu en nihayetinde.  Bir başkasının hayatını yaşamak hiç içimden gelmiyor. Ben kimdim? Benim hayatım neredeydi? Bu, benim hayatım mıydı? Minnet duyduğum onlarca şey, benim mi? Memnundum. Çünkü iyiyim. Karanlık olmayacağım bu sefer. Ben herkesten farklı bir herkesle aynıyım. Bu kadarım.

Tırtıklı Duvar

Anneannem. Dedem. Köy. Alt kat. Henüz üste bir kat çıkılmamış, tek katlı müstakil ev. 6 kuzenin bir araya toplanıp gürültülendiği zamanlar. Duvarlar. Büyük ihtimalle salonda... Duvarlara bakıyorum. Yatıyorum. Uyumak üzere, çekyatta, duvar kenarında. Duvar tırtıklı. İnceliyorum. Ve aklıma düşüyor bir anda. "Ya uyanamazsam?". Her gün başarıyorum uyanmayı halbuki, farkındayım. Ama ya bu gece son geceyse? Bu gece, o geceyse? Nasıl uyanabiliyorum bilmiyorum. Uyanıyorum işte. Bilmediğim için sabah bunu başaramayabilirim ve uyanamayabilirim. İçim çok huzursuz. Düşüncelere dala dala uyumayı başarmışım ama. Bakıyorum; günaydın, sabah olmuş. Uyanmışım. İnanamıyorum, bugün de başardım. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorum? Aklımı uzun süre meşgul etti. Nasıl uyandım? Ve tamam bıraktım. Düşünmüyordum. Uyanıyordum işte. Bu bana verilen güzel bir nimetti. Yarın da uyanacaktım belli ki. Huzursuzluğa, korkuya gerek yoktu. Yaşayacaktım. Sanıyordum. Ölümün var olduğunu biliyordum ama ben uyanıyordum. Ö