Salıydı. Artık çarşamba. Perşembe, cuma, cumartesi... Geçiyor böyle. Hiçbir önemi de yok üstelik. Günler sadece geçsin diye varlar. Aynı zamanda kötü şeyler olurken iyi bir şey olmasının hiçbir anlamı yok. Dünün bugünden, bugünün yarından hiçbir farkı yok. Zaman ölüyor, ta ki biz ölene kadar. Peki nasıl öleceğiz? Her gün öldürülmeyi mi bekleyeceğiz? Yoksa içimizde mi öldüreceğiz kendimizi? Ya bir hastalıkla koyun koyuna ya da bir sevdayla yana yana. Ama nasıl? Şairin dediği gibi insan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Bu günlerin yaşama ait olduğunu kendimize inandırmamızı güçleştiren her şeyle birlikte. Ne acı, hem ne gülünç.
Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...
Yorumlar
Yorum Gönder