Ana içeriğe atla

Aşk neydi?

Aşk neydi? Birkaç hormonun birleşiminden çok fazlası değildi. Ruhla ilgisi yoktu. Çünkü biterdi. Vücudun bitmesini emrederdi ve biterdi. Sevgi bambaşkaydı. Güven bambaşkaydı. Arkadaşlık o da bambaşkaydı. Tüm acizlikler aşkaydı. Aşk göze hitap ederdi. Sevgi ise kalbe. Aşk vücudun emriydi. Sevgi kalbin. Aşk çiçek kadar basitti. Kimse çiçeklerin ölmesini istemezdi ama çiçeklerle aşk gösterilirdi. O çiçekler ve hediyeler seni seviyorum demek değildi. Senden beklediğim bir şeyler var demekti. Ama seviyorum demek masaya tabağını ben koyarım demekti. Sevgi zararsızdı, öldürmezdi. Çünkü sevgi düşünmekti ama aşk bencillikti. O edilen beylik laflar da yine beklentileri hatırlatma amacına hizmet ederdi. O sözler yalnızca beynin telaşının dile vurumuydu. Aşkın telaşı yorardı. Ama sevgide huzur vardı. Aşkta sorumluluk yoktu. Ama sevgi emekti. Aşk cinselliğin oyunuydu. Sevgi bir olmak arzusuydu. Aşka güvenilmezdi, sevgiye güvenilirdi. Aşık'a yol arkadaşı denmezdi. Aşık unutur giderdi. Mecnun hikayesinde çölde Leyla'yı unutup gitti.
Aşk bir antidepresan kadar aptal bir oyundu. İnsanı robotlaştırırdı. Çünkü vücudun getirisiydi aklı başında değildi, bir anlamı yoktu. Evet, aşkın bir anlamı yoktu. Öylesine, bir anlıktı. Sevgi ömürlüktü, aileydi, anlamlandırılabilirdi. Aşk hurafe, sevgi bilimdi. Aile olmak özeldi, bilmeyi getirirdi. Aile anne baba çocuk değildi. Aile bütünlüktü, uyumdu, dengeydi. Sevgi bambaşkaydı, ah bambaşkaydı. Huzurluydu, temizdi, yalansızdı. Aklı başındaydı. Hem çocuk hem ihtiyardı sevgi. Hem masum hem olgundu. Aşk gençlikti, heyecandı, hataydı. Aşk hataydı. Yoksa aşık olmazdın, severdin. Bir kuşu, bir kelebeği veya bir dedeyi. Gülümserdin görünce. Çünkü sevgi gülümsetirdi. Aşk ağlatırdı, karartırdı. Aşk inandırırdı, göze hitap etse de gözleri bağlardı. Sevgi ise destekti, inandırmaya ihtiyacı yoktu çünkü sevgi seninleyim diye bağırırdı. Sevgi bağırdığında ona kulaklarını tıkayamazdın, sevgi dinletirdi ve hatta dinlerdi. Aşk? Gerçek bile değil. Aşk bağırdığında kusasım gelir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Baş aşağı

Gerçekten sevilebilir miydik? Gerçek var mıydı? Masum ve saf sevilmedikten sonra sevilmenin gerçekten bir önemi var mıydı? Ya biz mutlu olabilir miydik öyle sevilince? Sahi sevgi masumiyetini ne zaman kaybederdi? Yoksa bazen hiç bulunmaz mıydı? Koşulların devreye girdiği bir sevgide, sevgiden söz edebilir miydik? Ya masumiyetten? Her iyiliğimiz ve kötülüğümüz ile -RAĞMEN DEĞİL İLE- sevilmek ne kadar mümkündü? Ya biz sevebilir miydik gerçekten? Hiç çıkarsız, öyle derinden. Hiç şüphesiz. Dünya nasıl bir yerdi? Sanki her şey bizim etrafımızda döner gibiydi. Her şey düşünmemiz, hissetmemiz, itiraz etmemiz ve göz yummamız için vardı. Göz yumardık çoğu zaman, dünya büyüktü. Kaybolurduk. Tüm bu karmaşanın etrafında omuz omuza direnmek için yaratıldı sevgi. En küçük şeyler bile en büyük şeyler dünyada oluyorken bize dokundu. En büyük şeyler? Onu bilemiyorum bile. Aslında inceydi yüreğimiz. Sahi tüm kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız olmasaydı biz ne olurduk? Daha mı iyi olurduk? Gerçekten ke...

Özlediğim

Özlediğim etten kemikten yapılma biri değil. Özlediğim bir nezaket. Özlediğim bir “gitme”. Gerçekten hatalı olunduğunda mı çabalanır? Yoksa hata olmasa da kalp kırıldığında ona diyecek bir şey yok mudur? Kırık kalp her şeyin üstünde midir? Şey, romantizm… o hani ismi lazım değil hikayelerindekinden mi olmalı aşk? Yoksa böyle sade ve zehirli her şey aşk mıdır? Özlediğim bir güzel söz, özlediğim bir çırpınış. Özlediğim bir kapıya geliş! Terliklerimle mi? Belki. Özlediğim bir çılgınlık. Özlediğim bir delilik. Özlediğim bir af. Özlediğim bir çare arayış, özlediğim bir sahilde kayalarda konuşma. Özlediğim bir “lütfen”, özlediğim bir himaye. Bazen insan böyle şeyleri özlediğine bile utanır. Dünya kötü. Ne bekliyorduk ki? Şükretmek lazım hem, hem beklememek. Hem en iyi şekilde kurtulmayı arzulamak.

Tırtıklı Duvar

Anneannem. Dedem. Köy. Alt kat. Henüz üste bir kat çıkılmamış, tek katlı müstakil ev. 6 kuzenin bir araya toplanıp gürültülendiği zamanlar. Duvarlar. Büyük ihtimalle salonda... Duvarlara bakıyorum. Yatıyorum. Uyumak üzere, çekyatta, duvar kenarında. Duvar tırtıklı. İnceliyorum. Ve aklıma düşüyor bir anda. "Ya uyanamazsam?". Her gün başarıyorum uyanmayı halbuki, farkındayım. Ama ya bu gece son geceyse? Bu gece, o geceyse? Nasıl uyanabiliyorum bilmiyorum. Uyanıyorum işte. Bilmediğim için sabah bunu başaramayabilirim ve uyanamayabilirim. İçim çok huzursuz. Düşüncelere dala dala uyumayı başarmışım ama. Bakıyorum; günaydın, sabah olmuş. Uyanmışım. İnanamıyorum, bugün de başardım. Nasıl? Bunu nasıl yapıyorum? Aklımı uzun süre meşgul etti. Nasıl uyandım? Ve tamam bıraktım. Düşünmüyordum. Uyanıyordum işte. Bu bana verilen güzel bir nimetti. Yarın da uyanacaktım belli ki. Huzursuzluğa, korkuya gerek yoktu. Yaşayacaktım. Sanıyordum. Ölümün var olduğunu biliyordum ama ben uyanıyordum. Ö...