Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Başka başka

Yetersizlik, suçlama, acı, keder... Anı tekrar tekrar yüz bin kere canlandır. Olabilecek ama artık asla olamayacak milyon güzelliği düşün. Pişman ol. Hatanı ara. İllaki bulursun. Kusur her zaman bulunur. Çaresiz miydin? Belki biraz. Ama yapabileceğin yapamayacağın milyonlarca ihtimal olmuştur. Düşün. Belki uyur, unutursun. Uyku? İmkanı olmayan tek çaresizlik şu anda. Vicdan varsa uyku yok. Ona yaşatabileceğin milyonlarca güzelliği başkasına yaşatmak. Peki başkası? Onda ne suç ne acı. Tekrarlayıcı bir kusur daha mı bulmak istiyorsun? Belki o çok başka, bambaşka. Belki bir başka başkaya sahip olmamalı. Bunu kaldırabilir misin? Hala sızlarken o şey. Peki başkalar başka başka kalsa. Varsa hata ya da bir çaresizlik bunun için yaşamı sonlandırmasan? Onu düşünsen ama başkasını... Başka başka. 

Uzak mesafe yazı

Zaman zaman şöyle kenara çekilip kağıdımızla iki lakırdı edemeyeceksek de hayatın getirdiği mutluluğun, gerginliğin, üzüntünün, sevincin hiçbir değeri de kalmıyordu. Öyle ya sayfada yerini almayınca her şey uçuveriyordu. Ama bazen bazı şeylerin uçup gitmesi de çok önemliydi. Kesinlikle bazı şeyler uçup gitmeliydi. Zaman zaman unutmanın ödül olduğunu görüyoruz, bilirsiniz. Uçan ama gitmeyenler de var onların hikayesi zaten bambaşka.

En Mutlu

Benim yaptığımı mı düşünüyorsunuz? Belki de. Onu dinlemediğim için ben yapmış olabilirim. Ama belki o beni dinlemediği için kendi kendine yapmıştır olamaz mı? Birini suçlamak pek kolay tabii. Onun yanında siz olsaydınız ne yapardınız acaba? Hem onun yanında olmayı ben istemedim ki. Sahi zaten tüm problem buradan çıktı ya. Ben dünyaya mutlu olmak için geldiğini sanan adamlardanım. Evet, sanan. Mutluluk nedir diye sorsanız tanımını bile yapamam. Ama onun peşinde olduğumdan her zaman eminimdir. Bu sebeple onun peşinde olmayan her şeyden de uzak olmam gerekir. Bu yüzden geçmişimden pek uzağım. Hayatta beni yerle bir edecek hiçbir şey yok. Bu olanlar mı? Beni sadece güldürür. Acıya gülmek beni deli yapar mı? Hiç sanmıyorum. Bence bu durumda güldüğümü görse babam benimle gurur duyardı. Çünkü o her zaman güçlü olmamı ister. Neden mi? Çünkü o her zaman çok güçlüdür. Evet, babamın dünyası başarılardan ve güçten ibaret. Bana kalırsa yaşam da tam olarak bunlardan oluşmalı. Çünkü mutluluğu bunlar ...

Güven

Neye, kime, neden, nasıl, ne ölçüde ve ne cüretle? Acz. Her kalpte ve her akılda. En gerçeğini bilirsin kendinden. Eksikliğini, eksikliklerini. Sırtını dayamak için seçtiğin her bir nesne ve öznede bulduğun olmamışlıklar. Görebiliyor musun? Göremezsin. Sırtını dönmüşsün. Eminsin. Gözler kapalı. Ancak yüreğinle görebiliyorsun. Gözler kusuru görür çünkü. Kusurda güven yoktur. Endişe vardır. Olmalı da zaten. Endişe bireyi harekete geçirir. Eksiklikler böyle tamamlanır. Ben ona, şuna, buna güvendim. Ama boştu, bomboş... Ne cüretle güvenirsin? Görmeyi bilirsen, mükemmellikte bile kusur vardır. Kusuru örtmek, eksikliği tamamlamak zor iştir ama görmek pek kolay, öyle kolay.

En derin

Öyle gürültülü bir gece. Bugün aklım hiç konuşmuyor, duygularım hiç konuşmuyor. Köpeklerin kavgalarını dinliyorum. Yaz akşamı olduğunu hatırlatan ateş böceği seslerini dinliyorum. Gecenin sesinde sakinliği dinliyorum. Zihnim savaşını bırakmış, geceye hiç anlam yüklemiyor, yorum bırakmıyor. Dün, önceki gün ve ondan önceki elli bin gün var olan tüm konuşmalar susmuş. Susmakta bir kerem var belli. Bazen söz değil, bir durgunluk anlatıyor her şeyi. Böyle bir durgunluğun içinde buluveriyordun kim olduğunu. Kötü bir şey yapmakla hiçbir şey yapmamak aynı şey dedi, durgunluk. Duydum. Yaşa diyen güzel bir melodi vardı. Dinledim. Zaten bir gün her şey bitecek gerçeği kaçınılmaz niye bugünden bitiyorsun? Anladım. Ahengi yakaladım. Bende inanmak eksikmiş. Tamamladım. Mutluluk bize göre değildi evet, ama mutsuzlukla da aramız hiç iyi olmayacaktı belli. Bir denge vardı. Kötüyü gösteren iyiyi sevdiren bir denge. Acıyı derinlerden hissediyorduk, ama en derinde ve aynı zamanda en yüzeyde var olan şey s...

Günler

Salıydı. Artık çarşamba. Perşembe, cuma, cumartesi... Geçiyor böyle. Hiçbir önemi de yok üstelik. Günler sadece geçsin diye varlar. Aynı zamanda kötü şeyler olurken iyi bir şey olmasının hiçbir anlamı yok. Dünün bugünden, bugünün yarından hiçbir farkı yok. Zaman ölüyor, ta ki biz ölene kadar. Peki nasıl öleceğiz? Her gün öldürülmeyi mi bekleyeceğiz? Yoksa içimizde mi öldüreceğiz kendimizi? Ya bir hastalıkla koyun koyuna ya da bir sevdayla yana yana. Ama nasıl? Şairin dediği gibi insan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Bu günlerin yaşama ait olduğunu kendimize inandırmamızı güçleştiren her şeyle birlikte. Ne acı, hem ne gülünç.

Rastgele

Hem ne olurdu yani her şey ama her şey güzel olsaydı? Olmadı. Hem bu sefer hiçbir şey. Umut edebilmek de mümkün değildi artık. Çünkü umut edebilmek için aynı zamanda iyi şeylere de rastgelmek gerekiyordu. Ama uzun zamandır hiç karşılaşmıyorduk. Sanki caddenin başında bizi gören iyi şeyler koşarak uzaklaşıyordu. Ne acı. Sevdiğimiz ama bizden uzak olan her şey gibi, umudun bizi terk edip gitmesi... Sahi, bir gün her şeye rağmen yanımızda olacak bir umut ile deniz kenarında ayaklarımızı sallayarak gülümseyebilir miyiz göğe doğru? Şimdi olmaz belli ki gök bile gülümsememizden memnun değil ki. Gök de bu işin içinde, bizi görünce kaçışanlar gibi. Peki ne yapmıştık? Bunca gülümseyen zenginliğin içinde çoğunluğa ait ama görünmeyen bizler. Onların yapmayıp bizim yaptığımız ne var? Ya da tam tersi. Bilmiyorum. Ama gerçekten bu şekilde mi işlemeli dünya? Hiç işlemese keşke. Böyle boşlukta kaybolsak gitsek. Adalet, aşk, güzellik, umut. Artık içimi kıpırdatmıyor bile. Dünyada hiçbir gülümsemeden ba...